Ana sayfa
Kullanıcı Adı: Şifre:    Üye Ol   |   Şifremi Unuttum
Müzisyenler Odası
Ressamlar Odası
Fotoğrafçılar Odası
Yönetmenler Odası
Ana Sayfa > Yazarlar > Maça As > Bayan Londra
 Bayan Londra

Yılın bu zamanı kentin bizim kaldığımız bölgeye yakın yerleri hep bir soğukluk içindedirler. Aylardan Ağustos olmasına karşın , havada konuşmamanın anlaşılmaz soğukluğunu hissetmek güç değildir. Hele ki bir yaşa geldiğini düşünen hasta ruhlu bir romantikseniz. Ki kendime romantik bile diyemiyorum. Ne olduğumu tam manasıyla kavrayamadığım için. Yıllar önce gene bunalımlı bir gecemde kendime sorup cevaplayamadığım şeydi bu. Sadece huzursuzluk. Arkadaşların gelip yalnızlığını bozdukları için tadının kaçması gibi. Kendi kurduğun hayal kentinde dolaşıp , hülyalarda gezindikten sonra gerçek yaşama geldiğin zaman , aradaki ilişkiye alışmak mümkün değil. Geçişteki o lanet olası evrim maalesef ki ruh çökerteninden. Konuyu saptırmadan öze dönecek olursam neyin ne olduğunu bilmediğim bir haldeyim sanırım. Ay sonu faturalarımı birbirine denkleştirip , en ucuz şekilde kapatarak maaşımın kalanını biriktirmeye çalıştığım vakitler kendimi , bütün ömrünü servet biriktirmeye harcayıp biriktirdiği serveti büyük oğluna devrederek ölen bir yahudiye benzetiyorum. Canım kentin son ışıklaır sokaklara elveda dercesine bulut bulut silinirken kentin gökyüzünden , eşsiz manzaraya inat olsun diye bakmıyormuşum gibi gidip faturaları getirmiştim geçen gün. Sonrasında her şeyi yeni baştan hatırlayıp mukayese ederek kızmıştım kendime fazlaca. Tanrının tüm kudretini içinizde hissedebileceğiniz bir manzarayı , fatura ayarlamak kadar küçük bir iş için reddetmeye kızmamak mümkün değil. Herneyse. Bazen de kendimi kendi özü unutturulmuş bir rus gibi hissediyorum kendimi. İş yerinin ortasına oturmuş , önünden gelip geçenlerin işlerini yapıp bırakan , bir iki tane beyefendiden selam işitince kendini bir şey olmuş sanan , hele ki hakkı yenildiğinde mühürlenmiş gibi ağzını kapalı tutup hakkını aramayan , zamanın klasikleşmiş rus profili. Birebir ben. Hatta geçen gün Luthier’in , iş yerinde yemek sırasındayken önüme geçmesine memnun olacak kadar gülünç duruma düştüğümü hatırlıyorum. Gerçekten kendimi anlamam zor. Anlatmamda epey güç olacak. Aslında en başından başlamalıyım. Böylece hiçbir şey atlamadan dürüstçe anlatabilirim.

 

* * *

 

 

Kente ilk gelişim kendi memleketimden ilk çıkışımla başlamıştı. Bir tarih araştırmacısı olarak yaptığım küçük işler sonrasında elime geçen birkaç yüz dolar ile , kendimi bir şey sanıp doğruca şehirden ayrılıp , Londra’ya gitmeye karar verdim. Zaten kendimi bir tarih araştırmacısı olarak değil , daha çok fuzuli işler ile uğraşan bir gezgin olarak görüyordum. Zevk aldığım işleri yapıp , insanların bana para vermesini bekliyordum. Ki insanların araştırmalarıma para verip bazı bilgileri elde etmeleri benim için ancak bu şekilde açıklanabilirdi. Londra’ya ilk geldiğim zaman şehri bilmediğimden bir yabancılık çekmiştim ilk başlarda. Hatta bir kızıl Polonyalı tarafından dolandırılmış , Londra’daki ilk günüm de en az 65 dolar kaybetmiştim.  Önceden biriktirdiğim o birkaç yüz dolara ve Londra’da yaşadığına inandığım Loa teyzeme güveniyordum. Geçen yaz gelen telgraflarda kendisinin hastalandığını , ölmek üzere olduğunu ince bir dille bildirmişler , derhal yanına gidip geriye kalan tek akrabası ve vaftiz oğlu olarak üzerime düşen görevleri yapmam istenmişti. Lakin kendime güvenemediğim , daha doğrusu henüz araştırmalarıma değer verecek birilerini bulamadığım için , maddi sıkıntılarımı bahane göstererek gelmemiştim. Zaten kentte sıkça uğradığım bakkal Nion’un dükkanına birkaç telgraf daha gönderdikten sonra telgraflarda kesilmişti. Hala yaşadığına inanıyordum ve yanına gittiğimde bana sahip çıkacaktı. Yanında kalabileceğim bir evi olduğunu biliyordum. Telgraflardan aldığım adresi yazdığım küçük kağıdı insanlara gösteriyor , taksiye binip gitmekten açıkçası korkuyordum. İnsanların yarım yamalak İtalyanca ile tarif ettikleri adresi bulmaya çalışıyordum. Geldiğim günün akşamına Loa teyzenin evini bulmuştum. İki katlı , dışarısı kartonpiyer ile kapatılmış , şık bir binaydı. Girişindeki uzun hol , sağına ve soluna çeşitli renkte çiçekler yerleştirilmiş bir kırmızı halı gibi görünüyordu. Ancak film yıldızlarına yakışır bir geçitti. İlk bahçe kapısından girip holden geçtikten sonra , küçük bir tümsekten çıkıp kapıya varmanız gerekiyordu. Güzel dizayn edilmiş evin dört köşesi de günün her saatinde güneş alacak şekilde tasarlanmıştı. Tepede , evin çatısının ortasında bir kutsal biblo vardı ama , hala neyi anlattığını anlamış değilim. Kutsal tasvire benzetmiştim ilk başta karanlıkta. Fakat gündüz gözüyle baktığımda Yahudi yıldızına daha çok benziyordu. Lakin kesin olan bir şey vardı ki ikisi de değildir. Evin giriş kapısı kahverengi bir gül ağacından yapılmış gibiydi. Dışı cilalı , gümüşe benzer bir tokmağı olan işlemeli bir kapıydı. Bölgede kapı işleri ile uğraşan Türkler olmalıydı. Zira bu kadar ince işlemeler ancak bir Türkün elinden çıkabilirdi. İnce bir işçilikle harika şekilde çizilmiş işlemelerdi. Karanlıkta bile fark edebileceğiniz kadar düzgün kesilmiş ve işlenmişti.  Türklerin mobilya ve işlemelerdeki maharetleri buralarda sıkça duyulmuş ve hatırı sayılır bir ün halini almıştı. İlk gün kapıya ve hole olan hayranlığımla Loa teyzenin bu evde yaşamayacağını sanıyordum. Benim gibi yoksul bir adamın teyzesi , böyle bir evde oturabilir miydi ? Tokmağı yorgun düşmüş ellerimi güç bela kaldırarak usulca birkaç kez vurdum. Birkaç dakika sonra kapı bir bakıcı kız tarafından açıldı. Kapıyı açan Marie’ydi. Marie , teyzemin düşkün bittiği dönemlerde kendisinin yanına gelmiş ve onu hanımı olarak görmüş , o gün bugündür de ona karşı bir muhabbet besleyerek bu zamanlara kadar yanından bir an bile ayrılmamıştı. Ben henüz küçükken dahi hatırlarım ki , Marie teyzemin peşinden “hanımım , hanımım” diye koştururdu. Marie ile selamlaştıktan sonra çantalarımı tekrar omuzlayıp içeri girdim. Evin içide en az dışı kadar güzeldi. İçeri girer girmez , aynı kapıda ki gibi derin bir işçilik eseri olan işlemeli , oymalı , şık bir ahşap vestiyer sizi karşılıyordu. Ceketimi ve fötrümü oraya çıkardıktan sonra bastonumla birlikte salona doğru yürümeye başladım. Burası kapıdan salona girdiğiniz ilk hol idi. Enine fazla bir genişliği olmayan fakat beyaz saten bir boya ile boyanmış , tepede birkaç garip işaretin süslediği ince uzun bir holdü. Holün sonuna geldiğiniz vakit geniş pencereleriyle gün içindeki ışıkları olduğu gibi alan salona geliyordunuz. Zaten holün sonundaki cennetimsi ışık süzmesi , holü bembeyaz bir hale sokuyor , holden salona geçişteki o göz kamaştırıcı ışıklarla salona aşık olmamanız elde olmuyordu. Salona vardığım vakit Loa teyze orada oturmuş , yüksek pencerelerden dışarıyı seyrediyor , sanıyorum ki akşam keyfi yapıyordu. Marie’nin getirdiği kahvesinden yudum yudum alıyor , benim gelmemi bekliyordu. Ben oraya gelene kadar beni beklediğini yada geleceğimden haberi olduğunu dahi bilmiyordum. Size Loa halamdan da biraz bahsedeyim. Kendisi şuan itibari ile 72 yaşını doldurmuş eski bir İtalyan aile kızı. İtalya’da doğup büyümüş , iki kere evlilik yapmış , ikisinde de tanrı ona çocuk vermeyi layık görmemişti. Kendisinin çok istemesine karşın bir çocuk sahibi olamamış , kocaları da onu bu yüzden terk edip , başka kadınları bulmuşlar , kentte kısır diye adı çıkan Loa teyzemde bir daha hiç evlenememişti. Zaten ikinci kocasından sonra evliliğe heves dahi etmemişti. Birkaç kere kentin yoksul çocuklarını besleyip , evlatlık olarak yanında muhafaza etmeye kalkıştı. Lakin yoksulluk bulutunun kentin her yerine yayıldığı o zamanlarda, yanına aldığı her çocuk birkaç gün sonra evdeki kıymetli eşyalardan bir kaçını alıp , bu yaşlı ve hastalıklı kadının yanından kaçıyorlardı. Üzerindeki lanetin çocukken kendi doğumundan sonra ölen annesi yüzünden olduğuna inanıyordu. Annesinin katilinin kendi olduğunu söyleyip , ölümünden kendisini suçlu tutuyor , bunun içinde tanrının kendisine lanet ettiğini söyleyip duruyordu. Ben saçma bulsam da , her anlattığında dinliyor ses çıkarmadan yanında oturuyordum. Benim vaftiz annem oluşu da enteresan bir anıdır. Kentin papazı Behring amcamız bizim çok yakın bir aile dostumuzdur. Evimize sık sık gelir , Pazar günleri yaptığımız Mazerati toplantılarına dahi katılır , babalarımızla birlikte içki içer , aile fertlerimizle yakından konuşur, ahbaplık ederdi. Marie’de zaten onun yanında eğitim görmekte olan bir rahibe kızdı. Teyzemle tanışıp Marie’yi onun yanına hizmet etmeye veren kişi de Behring amcamızdır. Behring amcanın önceden beridir Loa teyzeme bir yakınlığı vardı. Aşık olduğu apaçıktı fakat söylentilerden ötürü kendisine açılmakta korkuyor , Loa teyzeminde onu ancak aile dostu olarak gördüğünü biliyordu. Bu nedenle aile dostu imajınıda bozmak istemiyordu. O sıralarda beni yanlarına alıp , vesayetimi üstlenmek isteyen Loa teyzem Behring amcadan rica etmiş , uzun tartışmalardan sonra bu da kalıbına uydurulup bir şekilde hallolmuştu. Hala tartışılan bir konu olduğu için kimse bu konunun üzerinde durmaz. Ergenlik dönemlerimi geçirip genç bir delikanlı olarak tahsil görmeye, Avrupa’ya çıkacağım zamanlara kadar Loa teyzem benim tek ailemdi. Kendisi severdim fakat uzak kaldığımız zamanlarda ona karşı bir özlem duymadım. İlginç bir özelliğimdir buda. Gurur duymuyorum. Aama dürüstçe anlatmak için kötü yanlarımı da söylemeliyim. Avrupa’ya gitmemi en çok Loa teyzem istiyordu. Çünkü yıllardır Mazerati ailesinden hiç kimse tahsil görmemiş , büyük baba Antonio Mazerati’nin aileler arası kavgalarında çocuklarını yanında tutmasının bedelini , yüksek hırs ve gururunun ceremesini tüm aile olarak yıllar sonra bile tüm Mazeratiler çekmiştir. O aileler arası savaşlarda yıpranan aile yapısı nedeniyle ne o zamanki varlığımızı ne de onurumuzu koruyabilmiş değildik. Saygınlığımızda aynı oranda düşmüştü. Fakat temelli rezil de olmamıştır. Babam olduğu söylenen Raul Mazerati Dé La Pinion , büyük bir olgunlukla tüm aileleri bir araya toplayıp , eski İtalyan aile yapısını herkese tekrar yaşatmayı vaat ederek o zamanın büyükleri ile belli bedeller ödeyerek antlaşmalar yapmış , olayları tatlıya bağlamıştı. Lakin bunca bedel ödedikten sonra hala varlıklı İtalyan bir aile olarak Mazeratilerin varlığını sürdürmeleri ancak bir mucize olarak tanımlanabilirdi. İşte tamda bu yüzden sanıyorum ki o babamın yaptığından daha büyük bir devrimi benimde yapacağıma inanan Loa teyzem Avrupa’da tahsil görmemi istediği için beni buradan yollamaya kararlıydı. İlk işi Paris’e bir tren bileti alarak beni o trene ulaştırmak oldu. Cebime az bir miktar koyup , Paris’ten bildirdiğim adrese aylıklar halinde harçlık gönderebileceğini söyledi. Paris’te araştırmacılık mesleğine yönelmeye kararlıydım. Tarih ve araştırmacılık üzerine dönemin önemli araştırmacılarından tahsil gördüm. Öğrenimim tamamlandıktan sonra da Loa teyzem ile bu zamana kadar hiç görüşmemiştik. Kendimi dünyayı gezmek ve araştırmalar yapmak gibi bir hayale adamıştım. Nitekim yoksulluğumun en dibe vurduğu sıralarda , hayalimden üç bin fersah uzaktayken nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde Loa teyzem bana telgraflar vasıtası ile ulaşmış , buraya gelmeme vesile olmuştu. Ve işte istediği olmuştu. Tahsil görmüş karşısında dikiliyordum. Beni sınava tabi tutacağını adım gibi biliyordum. Bu nedenle hiç sesimi çıkarmadan , ağır ağır kahvesini için peşpeşe soracağı soruları hazırlamasını bekliyordum. Ayrı geçen yılların hesabını sormaya başlayacaktı. Birkaç dakika sonra…

-         Evvela hoş geldin genç adam. Gel otur bakalım şöyle.

+ Oturayım teyzeciğim. Sağlınız iyidir umarım ?

-         Bırak şimdi boş lakırdıyı. Senden daha iyi durumdayım. Bakalım sen ne durumdasın. Seni bir imtihan edeyim.

+ Elbette , memnuniyetle.

 

            Bu şekilde başlayan muhabbetimiz aşağı yukarı tam kırk beş dakika sürdü. Beni ilk on dakika sınava tabi tuttuktan sonra başarılarımı anlatmama müsaade etti. Okuyup tahsil gördüğüme kanaat getirdikten sonra sohbet etmeye başladık. Eski günleri yad edip , eski anılarını , gençken ne kadar güzel olduğunu , annesinin ölümünü dinlemek zorunda kaldım. Loa teyzem hiç değişmemişti. Bahsettiği konular bile hala aynıydı. Yaşlılığın verdiği hafif bunaklık ve aksilik eklenmişti. “Yarın çıkıp sana birkaç parça eşya alalım.” Dedi. Benim için mükemmel bir teklifti ki hemen kabul ettim. Loa teyzem biraz dinlenmek üzere odasına çıkmak istedi. Marie yede odamı hazır edip beni odama yerleştirmesini tembihledi. Onu kolundan tutup kalkmasına yardım ettim. Bir hole doğru ilerlemeye yeltenirken , o derin beyazlığın arasından bir kız içeri girdi. Güneşin gözlerini kamaştıran bir güzellik saçıyordu. Odanın içerisi bir kat daha beyazladı. Yüzünde çok sıcakkanlı bir tebessüm vardı. Buğday teni ve simsiyah saçları ile elbisenin içini doldurmuş bize doğru geliyordu. Ayakları ve elleri küçücüktü. Narin bir bayandı karşımızdaki. Henüz ismini dahi bilmiyordum. Daha önce hiç görmemiştim. Olduğum yerde ağzım açık kalakaldım. Teyzem bastonu ile koluma vurup “haydi uyuşuklanma tembel , götür beni yatağıma “ demeseydi orada sonsuza dek dikili kalacaktım. Toparlanıp kendime geldim. Kıpkırmızı olmuştum. Teyzemi koluma takıp merdivenlere kadar götürdüm. Kızın beni mahvettiğini fark eden Marie koşarak gelip teyzemi elimden aldı. Yatağına kadar hanımına eşlik etmek istediğini , salona geçip kahvemi getirmesini beklememi söyledi. Göz kırpışından anladım ki kız ile beni baş başa bırakmak istiyordu. Ona minnettar kaldığımı belli eden bir selam vererek teyzemi onun kollarına teslim ettim. Tekrar hole döndüm. Salonda oturduğunu görebiliyordum. Biraz önceki beyaz hol sanki tüm beyazlığını yitirmiş gibiydi. Tüm o işlemeler basit bir el yazısı gibi kalmıştı. Güzel kavramına olan tarifim yalnızca o kızdan ibaret olmuştu. Ve o hol ile salonun arası sanki Paris ile İtalya’nın arası kadardı. Yarı baygınlık geçirmiş bir hal üzere holü geçip nihayet salona ulaşmıştım. Ağzımı açıp bir kelime söyleyebileceğimi sanmıyordum. Benim salona girdiğimi fark edince ayağa kalktı. Karşıma gelip elini uzattı. “Hoş geldiniz” diyerek beni karşıladı. Selamını içtenlikle kabul edip aynı nezaketle “hoş bulduk” diyebildim. Elini tuttum. Elini geri çekmek istedi. Fakat çarpılmış bir şapşallıkla elini bırakmayı unutmuştum. Kendisi elini çektiğinde halimi komik bulmuş olacak ki başını hafifçe öne eğip gülümsedi. Bu iyi bir şeydi. Güldüğünü görünce benden hoşlandığını düşünerek içime bir ferahlık gelmişti.

 

                        +    Sizi daha önce hiç görmedim. Teyzemle burada karşılaşmış olmalısınız.

-         Evet , burada tanıştık. Loa teyze benim için çok kıymetli birisidir. Daha geniş bir zamanda umarım oturur uzun uzun konuşuruz. Sizden de dinlemek isterim.

+    Tabiî ki , memnuniyetle. Bu evde  mi kalıyorsunuz ?

-         Evet , uzun zamandır Marie , ben ve Loa teyze birlikte yaşıyoruz. Sanırım bir çok şeyden habersizsiniz. Ailenizle ilgilenmeyen bir beye de benzemiyorsunuz halbuki.

+    Hayır , benim tek ailem Loa teyzemdir. Uzun müddet bazı araştırmalar yapmak üzere Avrupa’da bulundum. Bu arada görüşmemiz pek olanaksızdı.

-         Anlıyorum. Yaşlı bir kadını tek başına kaderine terk etmek çok büyük bir ayıptır.

+ Haklısınız. Burada kaldığınıza sevindim. Sık sık görüşeceğiz demek ki.

-         Umarım. ( Bunu söylerken yaramaz küçük bir kız gülümsemesi ile söylemişti.)

 

İlk konuşmamız bu kadardı. Arkasını dönüp hole doğru yeltendi. Dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Sanırım bir iş yada buluşmaya hazırlık içerisindeydi. Elbisesi ev içinde giymek için fazla gösterişliydi. Dışarıda giymek için çokta süslü değildi. Gayet sade ve şık bir elbise içerisindeydi. Tam dışarı çıkacaktı ki onunla henüz tanışmadığımı fark ettim. Hızlı adımlarla ona doğru hareketlenip seslendim :

                        + Bayan , afedersiniz.

-         Buyurun ?

+ Aynı evin içinde kalacağız. Ve henüz tanışmadığımızı fark ettim. Ben Rodrigez De La Mazerati. Loa Mazerati benim teyzem olur. İsminizi bahşederseniz size minnettar kalırım.

-         Umarım bir gün size ismimide söylerim. ( gene yaramaz bir gülümseme ile arkasını döndü. Benimle alay ediyor gibiydi. Ama bu hareketleri içimi tatlı bir heyecan ile dolduruyordu. Kendi halinde cilve yapıyor gibiydi. )

+ Peki ama size nasıl sesleneceğim ? diye üsteledim.

-         Biraz önce seslendiniz. İyi günler dilerim.

 

Ve kapıyı kapatıp çıkmıştı. İçimde inanılmaz bir duygu karmaşası vardı. Sanki tüm duygularım bir anda havaya kalkmış , “ beni de hisset , beni de hisset “ diye haykırıyor , hepsinin tadına aynı anda bakmam için haykırıyordu. Nitekim bir kadın tarafından ilk defa çarpılıyordum. Onun bu çocuksu ve yaramaz halleri içerime tarifi imkansız bir heyecan ve enerji bırakmıştı. İsmini nasıl olsa öğrenebilirdim. Lakin onunla bu şekilde oyun oynayıp , kendi kurduğu oyunda galip gelerek öğrenmek bana müthiş haz verecekti. Oyuna dahil oluşumun heyecanıydı sanırım bu. Tüm kartlarımı öne sürüp , ortadaki ödülü almak istiyordum. Lakin bunun için çarkın dönüp , akşam eve gelmesini beklemek zorundaydım. Bilinmezliğin muhteşem heyecanı ile salona geçtim. Düşünürken ağzımdan birkaç kelam döküldü. Ona ismini öğrenene kadar bir şekilde hitap etmem gerekiyordu. Bu geçici ismi bir şekilde bulmam gerekiyordu. Aklıma saçma bir fikir geldi. Fakat içinde bulunduğum durumun heyecanı ile söyleyiverdim.

 

            + Miss Londra! Diye haykırdım. Miss Londra! Evet ! Ona bu şekilde hitap edebilirdim. Miss Londra! Geçici ismini çok sevmiş hemen benimsemiştim. Miss Londra ile ilk tanışmam bu şekilde olmuştu. İlk konuşmamda bu kadar sürmüştü. İlerde onun oyununu oynayacak , ikimizi de içine soktuğu bu oyunun kurallarını kendi belirleyecek , beni adeta bir şaklaban gibi oynatacaktı. Lakin oyunun kurallarını kullanmayı herkesten iyi ben bilirdim. Zira Paris’te iyi bir kumarbazdım. Kendi çapımda güzel bir ünüm dahi vardı. Gerçi sefilliğime ön ayak olanda kumara olan düşkünlüğüm sonrasında gerçekleşmişti ama, dikkatli oynadığım zaman başaramayacağım oyun yoktu.

 

            Bekle beni Bayan Londra. Seninle , senin oyununu , senin kurallarına göre oynayacağım. Ve bir gün inan bana , seninle güneşi kıskandıracağım!

 

                                               *          *          *         


Önsöz:

İnteraktif romanın ilk bölümüdür.

Bu yazı 20 Haziran 2013 17:53 tarihinde yazılmıştır.


Telif Hakkı Koruma Sistemi
   Bu şiirin telif hakları Maça As' e aittir. Yazar, telif hakkı koruma sistemi dahilinde bu yazının sadece izin alınarak paylaşılabilmesi izni vermiştir.
Yazı paylaşım izni almak için lütfen tıklayınız.


Not: Tüm yazarlarımızın yazıları, telif hakkı koruma sistemi dahilinde korunmaktadır. Başka sitelerde verilen Yayın Kodu Linkleri doğrudan sitemize gelmekte olup, yayınlanan sitede yayın izni verilip verilmediğini kontrol etmektedir. Yayın Kodu Linki bulunmayan yazıları lütfen yazarlarımıza bildiriniz.


Maça As tarafından yazıldı.
20.6.2013 17:53 tarihinde eklendi.
2010 kere okundu.
Roman Romantik Hayransal Kurgu

 
 
Hakkımızda   |   Yardım   |   Hizmet Sözleşmesi   |   Bize Ulaşın   

Copyright ©2007-2024  AkliminOdalari.Net (AON). Her hakkı saklıdır.
Tüm eserlerin telif hakları sanatçıların kendilerine aittir.
Eserlerin izin alınmadan kopyalanması veya kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanuna göre suçtur.3,13 saniyede yüklendi.